25 Aralık 2009 Cuma

Traffic Rush


Paralı parasız pek çok iphone oyunu denedim. Hatta o kadar heveslenip Sims 3 ve Monkey Island gibi diğer oyun platformlarında fırtınalar estiren oyunlara acayip paralar döktüm. Ancak hepsi hüsranla sonuçlandı. Mouse veya joystick olmadan oyunları oynamak eziyet gibi. Iphone oyun oynamak için hiç uygun bir alet değil...

diyordum ki bugün "Traffic Rush" diye bir oyun keşfettim. Okey'i saymazsak kesinlikle iphone'da oynadığım en basit ve eğlenceli oyun.
Oyunda dört şeritli iki yolun kesiştiği bir kavşağa tepeden bakıyorsunuz. Vızır vızır arabalar geliyor ve siz bazı bazı durdurarak bazı bazı hızlandırarak arabaların birbirlerine çarpmalarına engel oluyorsunuz. Çok basit gibi ama oynarken çok eğleniyor insan. Oynanış çok basit. Zaten işin en güzel kısmı da o. Üstüne basınca araba duruyor şöyle bi üstünden sürüyünce parmağınızı hızlanıveriyor.

Üstelik de bir süre için bedava. Bence iphone sahiplerinin kesinlikle kaçırmaması gerek.

Bear Grylls Sen Kocaman Bi Çılgınsın

Discovery Chanel'daki Ultimate Survival programının fake olduğuna dair ciddi iddialar var. Hatta programın Kapadokya'da geçen bölümüyle Türk izleyicileri için bu iddialar gerçeğe dönüştü de diyebiliriz. Ama bazı bölümler var ki kendisini acayip izlettiriyor. Özellikle de bugün izlediğimde kendini aştı resmen. İzlediğim en iyisiydi. Merak edenler youtube da "Bear Grylls in Transylvania" diye aratıp izleyebilirler.

Bilmeyenler için açıklayayım, Bear Grylls her programda farklı bir tehlikeli doğal hayatın ortasında buluyor kendini ve burada hayatta kalmak için yapmadığı şey, yemediği "şey" kalmıyor. Bear 23 yaşındayken Everest'e tırmanarak bu dalda en genç dağcı olarak Guiness Rekorlar Kitabına girmeyi başaran, aşırı kondisyonlu, karatede kara kuşak sahibi, ordu geçmişi olan, kitaplar yazan tam bir ayıcık.

--spoiler--
Bugünkü bölümde Bear Transilvanya'nın Karpatya Dağlarındaydı. Henüz programın başında bulduğu ayı bokunun içindeki parçalanmamış sebze-meyveleri yiyerek sıkı bir başlangıç yaptı. Bir ayı ile karşılaştı ama ayı ona zarar vermeden geçip gitti. Geceyi ayı kaynayan bu ormanda erken uyarı sistemi yaptığı bir tümsek üstünde yanında kendi yaptığı mızrak ile geçirdi. Kahvaltıda sümüklü böcek yuttu. Boğazından aşağıya kaygan bir yol bıraktığını tükürerek ifade etti. Dağcılık yaptı. Dağın tepesinden metrelerce aşağıya indi.

Bear salyangozun kabuğunu kırıp yuttuktan sonra şekilden şekle girdi.

Buraya kadar yine herşey normaldi. Ondan sonra bulduğu bir mağaraya yolu kısaltırım mantığıyla girdi ve o zaman işler boka sarmaya başladı. Çam sakızıyla desteklediği meşaleleriyle kapkaranlık mağarada ekibiyle birlikte ilerlemeye başladı. Bu noktada programda ilk defa ekip üyelerinin varlığına şahit olduk. Kendileri gözükmese bile Grylls zaman zaman onlarla konuşmak zorunda kaldı çünkü gerçekten çok zor şartlar altındalardı. Her ne kadar yanlarında yedek bir el feneri olduğundan emin olsam da, meşalesi sönseydi yüzlerce metrelik dağın altında ölümcül bir karanlıkta kalacaklardı. Mağara zaman zaman daralıp oldukça klostrofobik bi hal almaya başladı. En sonunda yolun sonuna geldiler ve suya dalmaları gerekti. Grylls ile beraber nefesler tutuldu. Ekiple birlikte biz de daldık ve nihayet güneş ışığının gözüktüğü bir yere vardık. Buralar çok heyecanlı dakikalardı.
Mağarada yaşanan dakikaları mutlaka izlemek gerek

Mağaradan kurtulduktan sonra yemek zamanıydı. Grylls çıplak elleriyle balık tuttu ve kafasını kopartıp yedi. Tabiki ızgara yapmadı, çiğ çiğ yedi. Dediğine göre çıplak elle balık tutmayı ona bir ormancı öğretmiş. Yemeğin ardından yine dağcılık yapması gerekti. 30 metreden yüksek bir yamacı 28 metrelik halatıyla geçmeye çalıştıysa da, halat 10 metre kala bitince başka bir yol bulması gerekti. Bu noktada yine ekibin varlığıyla karşılaştık. Ekibi bir çıkıntının üzerinde bırakıp kendini halatın ucunda sallandırarak bir tümseğe atmaya çalıştı. Gerçekten canı çıktı bunu başarmak için.

Grylls çiğ balık yerken hijyeni elden bırakmadı. Parazitten arınsın diye şöyle bir suya tuttu. Tadı suşi gibiymiş ayrıca ama daha sertmiş.

Programın sonunda çok güzel bir gölete vardılar. İnsanın o göleti görmek için bile o tehlikeli ormana giresi gelir vallahi. Duydukları silah sesiyle de rahatladılar, medeniyet yakındaydı. Program biterken Grylls yine hayvanlığını yaptı ve metrelerce yükseklikten artistik taklalar atarak bıraktı kendini gölete.
--spoiler--

Severek izledim bu bölümü çünkü ilk defa Bear Grylls'in bu kadar zorlandığına şahit oldum. Yine ilk defa ekibin varlığı zaman zaman kendini belli etti, gerçekten zor şartlar altında kaldılar. Nefes kesiciydi. Ayrıca kutuplarda geçen bölümün ardından en iğrenç beslendiği ikinci programdı izlediğim kadarıyla. Böyle defam et Grylls, bu kaliteyi hep yakala.Biz de yalan dolan da olsa izleyelim merakla.
Ayrıca Transylvania görmek istediğim yerler arasındaki yerini sağlamlaştırdı bu program ile.

**Bear'ın bu macerasından çıkartılacak derse gelince, iki güzel bilgi verdi kendisi. Birincisi, pusulamız yokken saatimizin akrebini güneşe doğru çevirirsek saat 12 yönünün güney olduğu. Bir diğeri de doğa ile ilgili muhteşem bir tespit. Bulduğu semenderi göstererek, "Doğa bize her zaman ipuçları verir. Bu hayvan yavaş ve küçük. Bu da onun bir gizli silahı olduğunu gösterir. Onun silahı derisinin zehirli oluşu, o yüzden yemeseniz iyi edersiniz" der hayvanı yiyeceğini sanan biz izleyicileri yanıltarak.

24 Aralık 2009 Perşembe

Lezboyz


les boys do cabaret
les boys are glad to be gay

19 Aralık 2009 Cumartesi

Yüksek İdeallerin Adamı

"Hava çok soğuktu. Günlerdir süren yağmur, bir süreliğine kesilmiş, hiç eksik olmayan kalabalık geri gelmişti. Caddeyi adımlarken tramvayın raylarına dalmış, tam da akşam Marsilya maçı vermezse kaç lira kazanacağımı hesap ediyordum ki, "30 trilyon, 30 trilyon" diye bağıran milli piyangocunun sesini duydum. O zaman 30 trilyonu kazanmak dururken neden küçük hesaplarla uğraşayım ki dedim ve ben de bir bilet aldım. Kendi kendime gülmüştüm o zaman. İşte, bu, yılbaşı piyangosundaki 30 trilyonluk bileti nasıl aldığımın hikayesi..."

Eğer bileti alsaydım tam da böyle olacaktı. Mikrofonu bana uzatan muhabire bu anımı anlatacaktım gevrek bir tebessümle birlikte. Ama bileti almadım. Fuck it man! Akşam Marsilya salmazsa 20 lira atıcam cebe fena mı?

edit: Marsilya salmadı :)

16 Aralık 2009 Çarşamba

Adını Hüseyin Koydum


Bu filmi beğendim; ama süper senaryo, hayvani kamera açıları, muhteşem oyunculuklar, enteresan müzikler veya dehşet aksiyon sahneleri(?) var diye falan değil. Aksine oldukça başarısızdı bu saydıklarımda. Hikaye oldukça kilişeydi, cıvık romantik bir aşk, duygu sömürüsü yapan karakterler, hiç de samimi değildi. Eski türk filmi olsa efsane olurdu, ama bu çağda değil.

Ben bu filmi evimin önünde geçtiği için beğendim. Gecenin bi vakti naralar atıp işediğimiz Porsuk'da geçtiği için sevdim. Ulan şu bina hangisi, acaba bu sokak o sokak mı diye heyecanla izledim filmi. İnsanın sittin sene yaşadığı yerde film çekilmesi ne garip bişeymiş. Hikaye ne olursa olsun bişeyler yakalıyor, kendini filmin içine atıveriyor insan.

Keşki yönetmen Eskişehir'i bu kadar gözümüzün içine sokmasaydı. Tamam güzel şehir, gelişiyor, büyüyor, geleceği parlak. Bir Eskişehirli olarak gurur duyuyorum ama bu kadar ucuz Eskişehir propagandası yapmayın arkadaş. Es-Es formasıyla top oynayan çocuklar, Tren Garındaki Eskişehir yazısına odaklanmalar, Büyükerşen!... Yapmayın bunu işte, öyle bir film çevirin ki içinde Eskişehir adı geçmesin, ama buram buram Eskişehir'i anlatın. İnsanlar merak etsin, filmden sonra bu kent hangi kent diye sorsunlar yanındakine. Bu başka bi şehir de olabilir, Ankara,İzmir,Konya,Bursa farketmez. Yeter ki ucuz reklam yapmayın.

Not: Afiş kendi eserimdir, emeğe saygı :)

6 Aralık 2009 Pazar

Gargamel'in Kedisinin Adı Azman


Trt Çocuk'da pazar sabahımı şenlendiren Bilen Parmak Kaldırsın diye bir yarışma programına rastladım. İlköğretim çocukları genel kültürden okulda öğrendiklerine geniş bir yelpazede sorularla karşılaşıyorlar. Aşama aşama kimileri eleniyor. Ben de oturdum bol bol tespit yaptım. Küçük çocuklarla kendimi bir koyup "Yuh ulan bunu nasıl bilemezsin" diye ego tatmini yaptım.
Yarışmanın ikinci etabında, çocuklar kendilerine sorulacak soruların hangi konudan olacağını seçiyorlar. İşin ilginci, aralarında müzik, sinema, tarih, edebiyat, spor gibi konu başlıklarının olmasına rağmen fen ve matematik gibi başlıkların hemen tüketilmesi oldu. Çocukların hiçbirisi sinema/tv kategorisinde yarışmak istemedi. Keza edebiyat ve tarih de öyle. Müzik ve Genel Kültür konularını seçenler gerçekten çok basit soruları yanıtlayamadılar. Garipsedim. Sinemaya, konsere gitmiyor tabii bu çocuklar, evde oturup ders çalışmakla yükümlüler.
Elenen çocukların hepsi ağız birliği etmişçesine "çok heyecanlandım, bildiğim soruları yapamadım, dikkatsizlikten kaçtı" gibi lakırdılar ettiler. Yapmayın etmeyin. Bu yollardan biz de geçtik. O "bildiğim soruları yanlış yaptım" ların yarısını yine sorsalar yine yanlış yapardınız biliyoruz. Dikkatsizlikten yapılan yanlışların bana kalırsa 20% lik bir kısmı gerçeği yansıtıyor. Geri kalanı hırs küpü olmuş çocukların başarısızlıklarını çarpıtmak için kullandığı yalan. Aile kızmasın, arkadaşları küçümsemesin, öğretmenleri bu çocukta iş yok demesin diye robot gibi yetişen küçükler başarısızlığı kabullenemeyen hırs küplerine dönüşüyorlar. Hepimiz dönüştük zamanında. Eğitim sistemimizde hala değişen bir şey yok. İnsanları öğrenmeye ve çalışmaya heveslendirmek yerine "başarmaya" yönelik sistemimiz kısa yoldan kazanmayı, kopya çekmeyi, hile yapmayı, başarı için her yol mübahtırı da meşru kılıyor.
Sevindiğim şey yarışmanın birincisinin sosyal nitelikleri kuvvetli bir çocuk olması. Final turunda çocuklar herhangi bir ilgi alanıyla ilgili sorulara tabi tutuluyorlar. Kazanan çocuk Michael Jordan'ı seçti mesela. Çocuklardan bir başkasının ilgi alanı olarak "Hititler"i seçmesi ise tam bir fiyaskoydu. Nasıl bir sapıksın sen böyle dedim. Yarışmaya gelmeden önce ansiklopedi karıştırmış Hititler hakkında. Garip şeyler dönüyor. Ben olsam 7.sınıfta "Şirinler"i seçerdim. Eminim sorulacak 5 soruyu da bilirdim :)

2 Aralık 2009 Çarşamba

I've got everything I need


I'm the urban spaceman babe,
but here comes the twist
I don't exist.