9 Aralık 2011 Cuma

ara-lık


Fatih Ekspresi, örtülü kuşetli. Tren saatler gece yarısına yaklaşırken yola çıkar, vagonlarda berbat bir mekanik koku. Rayların üzerinde alışması imkansız bir gürültü. Tüm yolcuların yüzlerinde, geceyi beraber geçirmek zorunda kalan yabancı insanlara has bir endişe. Herkesin derdi bir an evvel yolu bitirmek. Hızlı tren değil ki, bütün bir gece gidecek yolu, hayal kurmaya yetecek pek çok zamanı var. Hayat gibi, aheste gider, ama bitti mi de nasıl geçti anlamaz insan.

Ufak poşetlerde dağıtılan yolluk pikeyi üzerime çeker, rahatsız bir uykuya dalarım, Ankara güneşi uyandırıp da vardığımızı haber verene değin. İstasyonun meydanına çıkar, derin bir nefes alır, yabancı havayı ciğerlerime çekerim. Gezginin tacını giydiği andır o.

Kızılaya doğru yollanır, vızır vızır akan trafiğin yanından gece boyunca bükülmekten ağrıyan bacaklarımı açarım. Acelem vardır, hızla yürürüm. Sense orda beni beklersin sabırsızca. Kim bilir daha neler neler.
Hayat aheste akarken, biz yolları tüketiriz. Bak işte, istasyona geldik.