1 Ağustos 2012 Çarşamba

korku filmlerinin en büyük klişesi birilerinin ölmesidir

American Horror Story izlemeye başladım ve korku sever bir insan olarak acıkmışım onu farkettim. Dizi amerikan sinemasının klişeleriyle dolu aslında ama bir taraftan da tüm bunları öyle ciddi,öyle güzel işliyor ki şikayet etmiyor insan. Klasik korkudan hoşlanan birisi olarak 2000 sonrasının vahşet-iğrençlik-psikopat katil üçlemesinin dışında bir iş çıkarttıkları için bu diziden çok keyif alıyorum.
Dizinin en ama en çok sevdiğim şeyi ise jenerik kısmı. Genelde bu tarz rahatsız edici görüntüleri izlemekten hoşlanmam; fakat o muhteşem müzik başlayıp da gerilimi damardan vermiyor mu, kim olduğu meçhul ürkütücü fotoğraflar, garip eşyalar, karanlık görüntüler hele bir de siyah arka plana süper bir yazı fontu tercihi ile ara ara giren oyuncu isimleriyle daha bölüm başlamadan kalp atışlarını hızlandırıyor zaten. İnanılmaz başarılı. Jeneriği izlerken mazoşist tarafım zevkten geberiyor. Küçükken sokakta top oynarken bazen topumuz bizim apartmanın bodrum katındaki garaja kaçardı. O topu oradan almaya gitmek demek ilkokul çocukları için ölüm gibi bir şeydi. 300-400 m2 büyüklüğünde kocaman, rutubetli, tozlu ve eski eşyalarla dolu kullanılmayan bir mekandı. Işık olmasına ışık vardı ama o sarımtrak ışıklar yandığı zaman mekan güvenli olmaktan çok, uğursuz bir yere dönüşürdü. Işığı açtığım zaman uzak köşedeki duvarda bir silüetin belirmesini beklerdim. Oraya her gitmek zorunda kalışımda ödüm bokuma karışmasına rağmen pis bir keyif de alırdım. Bazen diğer çocuklara artistlik yapar tek başıma giderdim. Bodruma inince, o karanlıkla yüzleşince, korkuna meydan okuyunca hayat çok güzelleşirdi. Karanlığa arkamı dönmekten korkardım ama, hızla uzaklaşırdım, sokak gözüme biraz daha güzel gözükürdü fakat bir sonra gittiğimde daha uzun süre duracağımın hayalini de kurardım bir yandan. İşte American Horror Story genel olarak fazla tırstırmasa da, özellikle jeneriğiyle bana o hisleri yeniden yaşattı. Birşeyler olacak işte, korkacaksın, izleme derken bir tarafım, diğeri otur oturduğun yerde diye meydan okuyor.
Korku hikayelerini izlerken hep aynı şeyler gelir aklıma. Dayanılmaz klişelerden biridir, korku filmindeki karakterler problemli, tutunamayan, kalın kafalı, güvenilmez veya beceriksiz kişilerdir. İşler kızıştığında psikolojik olarak darmadağınık olurlar fakat en sonunda biri (ya da 2-3 kişi kalır zaten) aklını başına toplar, ipleri eline alır ve kötü canavarları alt eder. Peki ya alternatif bir evrende başka hikayelerden sevdiğimiz güvendiğimiz karakterler korku hikayelerine konuk olsalar ne olurdu? Mesela James Bond perili bir evde mahsur kalsa? Don Draper zombilerden kaçarken, Don Corleone vampir avcısı olsa mesela nasıl olurdu? Ekranda karizması ve iş bitiriciliğiyle hayran olduğumuz gerçek (olağanüstü güçleri olmayan) kahramanlar hayatta kalabilir miydi acaba? Bence güzel alternatifler çıkabilirdi.
Bir ordan bir burdan çok dağınık bir yazı oldu farkındayım ama bende dağınık bir ruh halindeyim bu sıralar o yüzden şaşırtıcı değil. Son olarak kafamdaki bir başka düşünceyi daha dillendirmek istiyorum. İşte bir tespit yapıyorum ki; bence korku filmlerinin en büyük klişesi birilerinin ölmek zorunda olması.(bknz başlık) Belki ilk başta kulağa saçma gelebilir ama şöyle bir düşünüldüğünde bu kuralı biraz olsun esneten filmlerin diğerlerinden ayrıldığını görebilmek mümkün.