5 Eylül 2009 Cumartesi

Kaos'un Kutsal Kitabı

“Gençler dünyayı kurtaramaz, dünya artık kurtarılamaz, kurtuluş fikri yanlış bir fikir, sayısız hatalarımızın bedelini ödememiz gerekiyor, artık hiç bir şeyi telafi edemeyiz, çok geç, telafi vakti bitti, reform vakti sona erdi. “

Kendi deyimiyle yüzyılın son peygamberi, Albert Caraco, Kaos’un Kutsal Kitabı’nda herşeyden ve hiçbirşeyden söz ediyor. Bu zengin eserin kitaplığımda bulunmasından dolayı çok memnunum; ancak, en sonunda okuyup, kendimce yorumlayabildiğim için daha da mutluyum. Çünkü uzun zamandır içeriğindeki yoğun depresyon ve ölüm kokusu yüzünden bu kitabı okumayı erteliyordum. Şüphesiz ki Caraco’nun kalemine korkunç bir öfke ve umutsuzluk hakim.

Albert Caraco’nun hayatı 1919’da Türkiye’de başlar ve ardından dünyanın çeşitli ülkelerinde devam eder. Tam bir medeniyet karşıtı olan Caraco, insandan ve onun eseri olan soyut ve somut her şeyden nefret eder ve kurtuluş için hiç bir umut ışığı göremez. Tek kesin yol ölümdür. Onu hayatta tutan tek şey ise ailesinin onun ölümüne üzülecek olmasıdır. Yaşadığı süre boyunca sistemli bir şekilde yazar. Ölümü beklerken hergün aynı zaman aralığında günde 6 saat yazar. Önce annesi, ardından da babası ölünce de daha fazla beklemesine gerek kalmaz. Haberi aldıktan 3 saat sonra intihar eder.

Caraco’nun anarşist olduğu söylenebilir ama bana kalırsa aslında çok ağır bir nihilisttir. Kendi sözcükleriyle anlatmak gerekirse;
“Anarşistlere yakın olduğum söylenemez, düzen adamları da anarşistler de beni aynı ölçüde dehşete düşürüyor, ben onların tartışmalarının üzerindeyim, yasallığa yeni bir eksen atfederek bu iki alternatiften kopuyorum, gelecekteki Site’nin oluşumuna dişi ilkenin öncülük etmesini istiyorum ve bütün işaretlerin yerini değiştiriyorum, negatif olan artık negatif olmak zorunda değil ve henüz negatif olmayan muhakkak ki negatif olacaktır, benim devrimim işte bu...Ben ütopya vaaz etmiyorum, bir hakikati hayal meyal seçiyorum.”

“Gelecekte tek uzgörüşlülerin Anarşistler ve Nihilistler olduğu söylenecektir.”

Yazdıklarından hareketle Caraco’nun decadence kavramını epeyce benimsediğini söyleyebiliriz. Kaos’un kutsal kitabında da sürekli bundan bahseder. Ona göre herşey yıkılmalı, herşey yok olmalıdır. Çünkü hepsi anlamsızdır, “hiç”tir. Tüm soyut ve somut kavramların, doğru ve yanlışların yok olacağını söyler. Ancak onun decadence’inin Nietzsche ve benzerlerinden farkı, sanırım içinde hiç umut barındırmamasıdır. O tüm bu döngünün kendiliğinden gerçekleşeceğini ve insanların süregelen bu değişim sırasında böcekler gibi çaresiz kalacaklarını, bunu engelleyemeyeceklerini söyler. Yani bu çürüme ve yok olma kaçınılmazdır ve yerine yeni bir düzen gelecektir, daha kötü, daha pis ve ahlaksız, tam da insanlara yakıştığı şekilde. İnsanın olduğu yerde gidişat asla iyiye doğru olmayacaktır. Bu yüzden de çoğalmak, doğmak, doğrulmak bütünüyle yanlıştır ve eğer bir kurtuluş varsa o da insanoğlunun üremesini engellemesi ve kendi kendini yoketmesidir. O bu düşüncesini şöyle ifade eder:
“İnsanların hiçbir şeyden umudu olmasaydı ve hiçbir şeye inanmasalardı, tohumlarını çoğaltmayı derhal reddederlerdi ve evrensel nüfus azalması yoluyla sorunlarımız bir ya da iki kuşak içinde çözülmüş olurdu.”

Bu da gerçek olamayacak kadar uç bir fikir olduğu için Caraco bu döngünün – ne kadar ertelesek de – insanoğlunu yakalayacağını öngörür. Ona göre dünya bizsiz de yaşayabilir ve yaşayacaktır – ve yaşamalıdır.

Caraco yazıları boyunca tüm insanoğlunun tüm bu pisliğini gözümüze sokar. Şehirlerimizi, inançlarımızı ve ahlakımızı yerin dibine batırır. Kitabın arkasında yazdığı gibi yoğun, kısa, esinli, terörist, sert, kehanet dolu, provokatif, karanlık, gizli-ve yeterli...

“Bizi öldüren iyimserliktir ve iyimserlik en büyük günahtır.”

Tüm düşünsel zenginliğine karşın kitap edebi açıdan okuyucuyu tatmin edecek düzeyde değil bana kalırsa. Deneme türünde yazıldığı için doğru bir eleştiri olmadığını biliyorum ancak bir çok benzer eleştiri ve düşünceyi Bukowski alev alev bir kızılı arkasından köklerken veya büyük ve ciddi edebiyatçılar çoğu romanlarında okuyucularına aktarabiliyorken bu kadar düz ve net düşüncelerin ardı arkasına yoğun biçimde sıralanması insanda “yeter artık!” hissiyatına neden oluyor. Bu haliyle yazarın münzevi ve düşmancıl tutumu okuyucuya da yansıyor, felsefesinin derinliklerine inmektense, yüzeyde onun yalnızlığını ve izolasyonunu sahiplenerek insanoğluna olan nefretini kusmasını paylaşıyorsunuz. Böylelikle kitabın düşünsel içeriğinin yeterince derinine inilmediği için sanki İstiklal Caddesi emolarından birisinin günlüğünü okuyormuşsunuz hissi uyandırıyor.

Son olarak kitaptan Caraco’nun bazı söylemlerinden gözüme çarpan alıntılar yapmak istiyorum.

*“...zorbalar bu nedenle geleneksel aileleri severler, bu ailelerde kadın köledir ve çocuklar teba, ama baba –müstehcen, gülünç ve sefil olsa bile- kendi evinde hakimdir ve bizim hükümdarların arketipidir, evet, tanrılarımızın ve krallarımızın yaşayan modeli babadır!”

*“Şehirlerimizi ancak yok ederek değiştirebiliriz, hem de o şehirlerin içini dolduran insanlarla birlikte yok etmek gerekse bile...Bu insan kıyımını alkışlayacağımız zaman da gelecektir. Artık o zaman hiç bir şey karşısında geri çekilmeyeceğiz ve en barbar şey olarak gözükse bile, bizler kaosun ve ölümün rahipleri olacağız, düzen bizim kurbanımız olacak ve saçmalığın sona ermesi için düzeni feda edeceğiz, doğal felaketleri arttıracağız, kötülüğü misline çıkartacağız. Böylece arzulanmadan doğanları ve daha fazla çoğalma umudu taşıyanları cezalandıracağız, onlara yaşamanın asla bir hak değil, bir süistimal olduğunu ve yok olmayı hak ettiklerini öğreteceğiz, çünkü aşırı kalabalık insanın bunalttığı dünyaya çirkinlik katarak fazla yer tutuyorlar.”

*“Sansürün egemen olduğu ülkelerde gerçekliği inkar etmekten helak olunuyor; sansürün kalktığı ülkelerde herkes aklına geleni söylüyor.”

*“Şehirlerimiz birer kabusa döndü, şehirliler termitlere benziyor artık, her inşa edilen şey iğrenç çirkinlikte, biz artık tapınaklar, saraylar ya da mezarlar, zafer alanları ya da amfiteatrlar inşa etmeyi bilmiyoruz. “

*“Hiçbir şey olduğundan fazla değil, her şey başka bir şey olma iddiasında, göründüğü gibi olmayı reddediyor...”

*“Milliyetçilik evrensel bir hastalıktır, ancak çılgınların ölümüyle şifa bulur, bu kadar zararlı düşüncenin iyice daralttığı bir dünyada varlığımızı sürdüremeyiz, yok olacağız. Geleceğin tarihçisi, doğanın halklara baş döndürücü bir ruh musallat ederek halklardan öcünü aldığını ve Milliyetçiliğin çok kalabalıklaşmış hayvan topluluklarını ele geçirmiş olana benzer bir çılgınlık olduğunu söyleyecektir.”

*“Çoğu kimsenin putperest kalması ve tenselliği benimsemesi daha iyidir; kötülük bizim onları kınadığımız ve kendilerine yalan söyleyerek bize de yalan söylemeye onları zorladığımız andan itibaren başlar; sıradan insanların hazza da tövbeye de tanrısallık katması ve Hristiyanlar için kudas ayini neyse onlar için de orgazmın aynı şey olması en iyisidir.”

*“...Oysa, bizim tanrılarımız ya perhiz ya da doğurganlık vaaz ederler, biz ikisini de istemiyoruz; tenin ten olarak haz alma hakkı olsun ve bu haz insanlar kadar tanrıların da hoşuna gitsin istiyoruz...”

*“Eğer onların ordularının karşısına çiçeklerle süslü ve ellerimiz çıplak, barış vaaz ederek çıkarsak, Ortaçağdaki Moğollar gibi yaparlar, otuz bin silahsız Budist hacı, yüreklerine seslenebilme umuduyla karşılarına çıktığında, bir anlık şaşkınlıktan sonra hepsini yok ettiler. Ama sonradan Moğolların Budist olduğunu söylerseniz, ben de hacıların öldüğü cevabını veririm. Bizim ölmemiz gerektiğinde, boğazımızı uzatmayalım ve aldatılmış duygularla ölmeyelim...”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder