6 Kasım 2009 Cuma

Mardin Notları ve Çocuklar..

Mardin'e gidip de geleli bir ay oldu ama ben uçmalı kaçmalı bir ay yaşadığım için oturup da yazamadım bi türlü.

Hayatımda ilk defa güneydoğu sınırları içerisine ayak basmaktan çok mutlu oldum. Kocaman bir ülkede yaşıyoruz ve küçük bir üçgende kapana kısılmışız çoğumuz. Çıkıp gezmek lazım. Gezdikçe insan bazı önyargılarla yaşadığını farkediyor. Bu önyargılar iyi de olabilir, kötü de. Bir yerleri gidip görmeden, hakkında atıp tuttuğunu insanın farketmesi çok zor.

Yolculuk başlamadan önce, uçağa binerken yapılabilecek bütün kötü esprileri yaptım. Maazallah bir daha binemeyiz falan, içimizde kalmasın hepsi bir kerede çıksın da rahatlayayım :)

Uçaktan inen valizlerin hareketli bantlarda bekleme odasına ulaşması ve yolcuların bavullarını karizma hareketlerle alıp gitmesi. Bir türlü istediğim randımanı alamasam da çok havalı : D

Mardin öyle bir kent ki, evinizin terasında oturup çayınızı içerken Mezopotamya manzarasına dalıp gidebilirsiniz. Nasıl ki İstanbul'un Boğaziçisi varsa, Mardin'in de kente karakter katan Mezopotamyası ve kupkuru bir iklimi var.

Mardin beklediğimden daha güzeldi. İşin doğrusunu itiraf etmek gerekirse, ne beklediğimi bilmiyordum. Oraya gidene kadar çok sınırlı bilgiye sahiptim ve gidince memnun kalmayacağımı düşünüyordum. Beklentimi düşük tutunca memnun kaldım tabi. Ama bunu şehirde gezdiğim süre içerisinde değil de döndükten sonra farkettim. Kaldığım süre boyunca sıcaktan, kuruluktan, kötü kokulardan, yemeklerden, çaydan falan herşeyden şikayet ettim. İstanbul'a dönünce aslında güzeldi lan demeye başladım.

İnsanlar çok kibar, hepsi yardımcı olmaya çalışan, hoşgörülü yurdum insanı. Özellikle buna çok şaşırdım. Ben gittiğimde insanların kötü gözle bakacağını, sokakta güvende dolaşamayacağımı düşünüyordum. Ama orada farkettim ki, İstanbul'un pek çok bölgesinden daha güvenli ve huzurlu bir ortam var. Tabii ki bu Mardin'in çok kültürlü bir inanç şehri olmasının sonucu. Burada insanlar farklı dinlere saygı göstermesini öğrenmişler. Sadece Türkiye için değil, tüm dünya için güzel bir örnek. Elbette birkaç günlük bir gezinin gözlemlerine dayanarak bu kadar büyük konuşmak doğru değil ama, benim izlenimlerim çok olumluydu.

Çocuk, çocuk, çocuk.. Her yer çocuk. Her yerden çıkıyorlar. Adamın çevresini sarıyorlar, fotoğraf çekmeni istiyorlar, seni turist sanıp "hello" diyorlar. Hatta abartıp hareket çeken, küfür eden bile oluyor. Ama çok sessiz çocuklar da vardı. Kimisi yaşından beklenmeyecek şekilde olgun, kimisi çok sevimli. Yılışık olmadığı sürece tüm çocukları seviyorum.

Bu iki kafadar muhteşemdi. Her taraftan insanın üstüne atlayan canavar veletlerle dolu bir şehirde, bu kadar naif, bu kadar efendi, bu kadar olgun iki mavi önlüklüyle karşılaşmak çok şaşırtıcıydı. Stadyumun önünden geçerken gençlerden birisi bulduğu küçücük bir aralıktan sahaya çabucak göz attı. Bana çocukken Atatürk Stadyumunun kale arkasındaki küçük aralıklarından oynana maçı izlemeye çalıştığım günleri hatırlattı. Sonra diğer arkadaşı geldi. Fotoğraflarını çekmek istedim, gölgede olunca iyi çıkmadı. "Kötü çıktı" dedim, amacım bir daha çekmekti ama çocuklar hiç istiflerini bozmadan yürümeye devam ettiler. Karanlık çıkmıştır dediler büyük bir ağır başlılıkla. Aslında çok güzel çıkmışlar, üzüldüm, keşki kötü demeseydim.

Mardin inişli çıkışlı bir şehir. Burda kötü niyetli birisi olsa, bir köşede canlı canlı yer sizi, kimse de farketmez. Cüzdanınızı kapıp kaçsalar, takip edemezsiniz. O kadar karışık. İşte bir sokakta bu ufaklıklarla karşılaştık. Bunlar canavar dediğim çocuklardandı. Hemen beni çek beni çek muhabbetine başladılar. Çektim. Sonra ikisini, sonra diğer ikisini. Sonra bir kere ben çekebilir miyim dedi büyük kızlardan birisi. Bir an için makineyi kapıp kaçabileceğini düşündüğümü utanarak itiraf ediyorum. Ama neyseki bu korku beni engellemedi. Küçük kız bizi çekti, sonra öteki. Ufak çocuksa cadı ablalarının yanında pek sessiz sedasızdı. Sen de çekmek ister misin diye sordum, o beceremez dediler. "Becerebilir misin?" diye sordum, gözleri parladı ufaklığın, "Beceririm!" dedi. Sonra o da bizi çekti. En son da ben hepimizi çektim :)

Bu ikisini de habersiz çekecektim, sonra beni görüp poz verdiler. Ama sonra çektiğimin fotoğrafa bile bakmadan fener formalının "allright" işaretiyle birlikte selamlaşıp uzaklaştım. Cool çocuklardı :)

Küfi yazı denilen bir şey var. Cami girişlerinde, minarelerde karşımıza çıkıyor sürekli. Arapça hat sanatında kullanılan bir yazı türüymüş. Dik ve köşeli harflerle yapılıyor. Bana çok estetik geldi. Bir gün böyle bir dövme tasarlamak isterim kendim için.

Yemek, yemek, yemek.. Her yer kebap, her yer kasap. Güzel şeyler de yedim, ama ilk defa damak tadıma uymayan şeyler de çıktı karşıma. Midem bozulayazdı bir ara.

Döndükten sonra yaşadığım ilk şok iphoneumun şarj aletini öğretmen evinde unuttuğumu farketmek oldu. Sonra kargoyla yolladılar çok şükür.

Mardin'i, dar sokakları ve hoşgörülü kibar insanlarıyla hatırlayacağım. Tam bir kültür doygunluğu yaşadım. Her köşede konuşulan başka bir dil, yaşatılan farklı bir din, farklı hayatlar vardı. Gidip gördüğüm için çok mutluyum. Umarım bir gün yine yolum düşer de, adını hala söyleyemediğim Darülzaferan Manastırı gibi gidemediğim, göremediğim yerleri de görme fırsatını bulurum :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder